11 EKİM 2012, ÜÇÜZ YASALAR VE KENTSEL TALAN

 

soL 11 Ekim 2012                  DEĞERLENDİRMELER                                                                                                                                                         OĞUZ OYAN
 
ÜÇÜZ YASALAR ve KENTSEL TALAN
 
AKP gerçekten ustalık dönemini sürüyor. Ama 2011 seçimlerinden değil, 2010 referandumundan itibaren. 2010, yargının defterinin dürülmesi yılıydı. ÖYM’ler yeterli değildi; hedef yüksek yargıydı. Asıl hedef de, HSYK’dan ziyade -o yalnızca araçtı- Anayasa Mahkemesi (AYM) ve Danıştay’dı. Böylece yürütmenin işlemleri ve yasama süreci, yargısal denetim dışına çıkarıldı.
 
İzleyen yılda, Kararnamelerle (KHK) yönetim devri başladı. Meclis içi/dışı muhalefetin can sıkıcı tepkilerinden kurtulmak varken, TBMM’de neden zaman kaybedilsindi? KHK’larla eksiklikler tamamlandı: Kamu-özel ortaklığında yeni rant aktarım düzenekleri geliştirildi; DPT tasfiye edildi; meslek odaları Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na bağlanarak, sağlık, çevre, şehirleşme, doğa ve kültür varlıkları üzerindeki demokratik gözetim ve denetimden kurtulmanın zemini oluşturuldu; yürütmenin icraatlarını denetleyen görece bağımsız teftiş kurulları tarihe gömüldü…  AYM yolu 2010’da kapatıldığı için, ne yetki yasasının ne de ona bağlı olarak çıkarılan KHK’ların önü kesilebildi. AYM, kendi eski içtihatlarına bile aykırı kararlar alabilecek kıvama gelmişti.
 
Hükümetin icraatlarına karşı yurttaş ve demokratik kitle örgütü tepkileri bertaraf edildikten sonra artık üçüz yasalara sıra gelebilirdi. Bunun için 2012’de bir aydan kısa sürede üç yasa çıkarıldı: (i) Orman vasfını kaybetmiş arazilerin satışına ilişkin 2/B yasası (19 Nisan); (ii) yabancılara toprak satışını genişleten ve kolaylaştıran yasa (3 Mayıs); (iii) afet riski altındaki alanların dönüştürülmesi olarak sunulan kentsel talan yasası (16 Mayıs). AYM yolu tıkandığı için üçüz yasaların yolu açıktı; nitekim Mahkeme, anamuhalefetin habis (!) başvuruları karşısında görevini layıkıyla yaparak iktidarın güvenini korumayı bildi. Sermayenin tüm dış ve iç katmanları için “yargı engeli” bertaraf edilmiş ve tüm rant dağıtım kanallarının yürütmede (hatta Başbakanda) toplanması koşulları yaratılmıştı.
 
2010, 2011, 2012 düzenlemeleri nasıl birbirlerinin tamamlayıcı parçaları idiyseler, 2012’nin üçüz yasaları da öyle. 2/B arazilerinin satışından elde edilecek gelirlerin yüzde 90’ının kentsel dönüşümün finansmanı için Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na aktarılması bunun göstergelerinden biriydi. Köylünün kullanımındaki araziyi köylüye (eğer o alamazsa kentliye) satarak elde edilecek 25 milyar lira gelir, 500 milyar liralık bir hacme ulaşması öngörülen kentsel dönüştürmenin emrine sunulacaktı. Mülkiyet/servet transferleri sınıflararası, sektörlerarası hatta uluslararası düzlemde gerçekleştirilecekti.
 
Mülkiyete sadece piyasa ilişkileri üzerinden değil, iktisat-dışı zor unsuru kullanılarak da müdahale edilecekti. Bunun, gelişmiş kapitalist metropollerde “çöküntü bölgeleri” olarak adlandırılan semtlerde onyıllardır uygulanan mülksüzleştirme/kent dışına sürme yöntemlerinden niteliksel bir farkı yoktu. Fark niceliksel boyuttaydı, çünkü merkezi iktidara, özel sektör aracılığıyla, ülke çapında 6,5 milyon konutun yıkım ve yapım yetkilerini vermekteydi. Böylesine bir gözüpeklik, ancak güçler ayrılığının son bulduğu otokratik bir düzende mümkündü. Bir siyasal yönetim, ekonomik-toplumsal ilişkileri ve hakim sermaye grupları arasındaki güç ilişkilerini toptan düzenleme yetkilerini merkezileştirmekteydi.
 
Şimdi son bir adımla, önceki gün TBMM’ye sunulan Büyükşehir yasasıyla, üçüz yasalara nurtopu gibi bir dördüncü kardeş getiriliyordu. Böylece ipler biraz daha merkezin elinde toplanacaktı.
 
Seneye de, Allah kısmet ederse, yeni Anayasa ile zincir tamamlanabilir. Ama iktidar cenahından kimi kem sözlüler, AKP’nin 2010 referandumuyla istediğini aldığını, artık yeni Anayasaya o kadar ihtiyacı kalmadığını söylüyorlar. Göreceğiz.
 
Bu e-posta adresini spambotlara karşı korumak için JavaScript desteğini açmalısınız