25 EKİM 2012, KİM KRAL ÇIPLAK DİYECEK?

 

 

 25 Ekim 2012

                  DEĞERLENDİRMELER                                                                                                                                              OĞUZ OYAN

Kim Kral Çıplak Diyecek?

Türkiye-AB ilişkilerindeki ikiyüzlülük ne zaman sona erecek? Her ne kadar Merkel-Sarkozy’den başlayarak “imtiyazlı ortaklık” daha fazla öne sürülse de, bu nihai bir AB kararına bağlanmış değil. AKP Hükümetinin de ikiyüzlülüğün biraz daha sürmesine ihtiyacı var. TBMM Anayasa Komisyonu Başkanı Burhan Kuzu’nun “İlerleme Raporu”nu çöpe atması bir “acta est fabula” (“oyun oynandı bitti”) sonsözü değil; onu da zaten kimse ciddiye almıyor.

AKP’nin “kral çıplak” demesi, yani “AB ile yararsız ve tıkanmış tam üyelik müzakerelerini sona erdiriyoruz” diyebilmesi şimdilik zor. Bunun ekonomik sonuçlarından, yabancı sermaye hareketlerini ve dış ticareti olumsuz etkilemesinden korkar. Yerli büyük sermaye de, AB senaryosunun, gerçekleşmese bile, gündemden kalkmasından dehşetli ürker. Üstelik iktidar partisi, ülke içinde kendi özel gündemini uygulayabilmek için artık AB desteğine ihtiyacı azalsa da, AB’yi karşısına almayı anlamsız bulur. Kaldı ki, AB ilerleme raporlarındaki eleştirilerin dozunun artması bile, istediği dönüşümü gerçekleştirmiş ve medyayı da kontrolü altına almış bir AKP’yi rahatsız etmesi artık pek mümkün değil. Rahatsızlık gösterileri teatral; işe yaramadığı da söylenemez: İlerleme raporunun ilk taslağının sızdırılması üzerine verilen sert tepkiler sonuç verdi ve “Rapor” yumuşatıldı.

AB kurumları da “kral çıplak” diyemez. Bir kere, taahhütlerini yerine getirmemiş olmanın açık sorumluluğunu almak istemezler. Daha önemlisi, kaygıları artsa ve eleştirileri yükselse de AKP’yi gözden çıkaramazlar. Türkiye’de hiçbir iktidar alternatifi bugün hâlâ AKP’den daha fazla kendilerine muhtaç gözükmüyor. Hiçbir iktidar alternatifi neoliberal politikalara, özelleştirmelere, yabancılara toprak satışına, yabancı sermayeye, sıcak paraya dayalı büyümeye AKP kadar eğilimli ve bağımlı değil. Sanayi, tarım ve madencilik gibi üretken sektörlerin aşınmasını/bağımlılaşmasını ve ekonominin ticaret-turizm-inşaat eksenine sıkışmasını marifet sanan bir iktidardan neden vazgeçilsin? İç ve dış politikadaki zaaflarıyla büyük küresel güçlerin oyuncağı ve taşeronu olan veya olma potansiyeli taşıyan bir iktidar neden harcansın?

Bu koşullarda Türkiye için AB üyeliği havucu neden rafa kaldırılsın? “Türkiye’yi AB limanlarına demirli tutmak” AB’nin temel hedefi olarak 2004 yılından itibaren resmen beyan edildiğine göre… Üstelik, Türkiye’ye istenilen düzenlemeleri yaptırtmak için AB uyum yasaları kaldıraç olarak kullanabildiğine göre…

Dolayısıyla, “AKP ilk döneminde AB’yi kullanarak içerde özel gündemini daha kolay uygulayabildi, kendi siyasetine meşruiyet kazandırdı, şimdi ihtiyacı azaldığı için yavaştan alıyor; AB ise, 2004’ten itibaren AKP Hükümetine açık uçlu müzakere sürecini ve ikinci sınıf ortaklık olasılığını resmen kabul ettirdiği için istediğini aldı ve şimdi müzakere başlıklarının açılmasını tıkıyor” değerlendirmesi hem doğru hem çok yetersiz. Her iki taraf da “kral çıplak” demeye ne hazır ne de niyetli… İkinci sınıf adamlarının veya temsil değeri olmayanların ifadeleri, oyunu bozmaya değil sürdürmeye yaramakta.

Şimdiye kadar söylenenler, AKP Hükümetinin nesnel olarak, yani giriştiği karşı-devrim operasyonunun ve ekonominin kırılganlıkları bakımından ABD ve AB elinde rehine durumunda olduğunu gösteriyor.

Ama AKP iktidarı ve onun başbakanı, öznel olarak da emperyalizmin rehinesi durumunda. Wikileaks dosyaları ve Deniz Feneri davasının gizlenen belgeleri bile bunun için yeterli.

AKP’nin, alternatifi bulunana kadar, dış dünyada neden baş tacı edileceği çok açık. Mesele, halkın bu oyunu bozmaya ne zaman niyetleneceği. Siyasi önderlik de bunun için gerekli.


PS: soL okurlarının Cumhuriyet Bayramını kutlar, eylemli kutlamalar dilerim.