07.11.2012, ÖLÜM ORUÇLARI (BDP’NİN GRUP ÖNERİSİ)

 

 

Türkiye Büyük Millet Meclisi
Genel Kurul Tutanağı
24. Dönem 3. Yasama Yılı
16. Birleşim 06 Kasım 2012 Salı

BDP GRUP ÖNERİSİ HK. (ÖLÜM ORUÇLARI)

OĞUZ OYAN (İzmir) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yüzlerce kişinin 12 Eylülden bu yana yani elli altı gündür giriştiği bir açlık grevi olayıyla karşı karşıyayız ve bu grev, bu açlık grevi hâlen hayati tehlike altında sürdürülen bir grevdir. Meselelerin bu noktaya getirilmesinde kim sorumludur? Bugün Başbakanı izledik grup toplantısında, “Bizim herhangi bir sorumluluğumuz yoktur.” diyor. Olaylar bunun tam tersidir, sorumlu yani olayların müsebbibi Adalet ve Kalkınma Partisidir ve özellikle de Başbakanın kendisidir.
Değerli arkadaşlarım, bugüne kadar AKP’nin Kürt sorununda uyguladığı politikalara bir bakın yani bir ileri, iki geri ya da bazen iki ileri, bir geri; bazen bir ileri, bir geri; ne yaptığını bilmez, çelişkili, tutarsız politikalar. Bu politikalardır ki bugün böylesine bir açlık grevinin zeminini oluşturmuştur. Bu politikalar oportünist politikalardır. AKP’nin politikaları seçime endeksli, fırsatçı politikalardır. Dolayısıyla bu politikalar sürekli hayal kırıklıkları yaratan politikalardır. PKK’ya tutamayacağı sözler veren -Oslo’da ve başka mekânlarda, bilmediğimiz- umut pompalayan ama arkasından sürekli olarak hayal kırıklıkları yaratan bir politikadan bahsediyoruz. Habur’da hukuku ve yargıyı, bağımsız yargıyı çiğneyeceksin, tepkiler üzerine bu defa KCK operasyonları başlatacaksın yani böyle bir anlayış, böyle bir tutarsızlık nasıl savunulabilir? Bir taraftan, Başbakanın kendisi “Sayın Öcalan” diyecek; arkasından, “Sayın Öcalan” dediği için insanları tutuklayacaksın; seçilmiş belediye başkanlarını herhangi bir şekilde bir kaçma şüpheleri olmadığı hâlde tutuklu olarak yargılama kararı vereceksin. Bu haksız tutuklamalar, bu sürekli olarak çaresizliğe itilmiş insanlar sonuçta nasıl yapacaklar? Bir: Terörü azdıracaksın çünkü sürekli olarak umut ve hayal kırıklıklarını peş peşe yaratan bir iktidarsın. Bu, terörü azdırır ki azdırdınız geldiğinizden bu yana.
İkincisi de bu tür çaresizlik grevlerine, insanların kendi bedenleri üzerinden bir hak talebine yönelmelerine yol açarsınız. Yani, bu zikzak politikaları, bu açlık grevlerinin doğrudan sorumlusudur. Dolayısıyla bizzat Başbakandır bu işin sorumlusu. Tabii, grevler, siyasi… Yani, AKP, şimdi, savunuyor “Bunlar siyasi talep.” Tabii, siyasi olacak; senin baskın siyasi, senin baskın hukuksuzluk, karşılığı da siyasi olacaktır.
Değerli arkadaşlarım, ikinci bir konu: Sadece KCK davaları değil, aslında KCK ve Ergenekon, bunun içine Balyoz’u da katın, Oda TV’yi katın, hatta İzmir Büyükşehir Belediyesi yargılamalarını katın. Bunlar, zıtların birliğini gösterir Türkiye’de. Yani aslında zıt gibi görünen ama aslında ortak olan, ortak temeli nedir? Ortak temeli, hukuksuzluktur; ortak temeli, iktidarın yargıyı bir silah olarak kullanmasıdır. Bunların ortak temeli, aslında tutukluğunun yargısız infaza dönüştürülmesi olayıdır. Hepsinde benzer bir mantığı görüyorsunuz ve bu mantık aslında bir çifte standartla birlikte gidiyor. Bir taraftan Hizbullah davasında hükümlüleri bırakacaksınız, böyle ellerini kollarını sallaya sallaya gidecek; bir taraftan Deniz Feneri’nde, siz uzun tutukluluk sürelerini gerekçe göstererek 6 tutukluyu serbest bırakacaksınız, tam çelişkili ve çifte standart uygulamasına örnek olarak, öbür taraftan da insanları ne zaman bu tutukluluk süresinin biteceğini bilmeden içerde tutacaksınız, üstelik bunların arasında seçilmişler de dâhil olmak üzere.
Aslında bu hukuksuzluk, bu adaletsizlik adında “adalet” kelimesi de olan AKP’nin kartviziti hâline gelmiştir. AKP, adaletsizliğin ve hukuksuzluğun temeli olmuştur. Deniz Feneri davası bile sadece bunun örneğidir, Deniz Feneri savcılarının yargılanması bunun tek başına örneğini oluşturur.
Değerli arkadaşlarım, bir başka konu: Bu grevlerin sorumlusu kadar, çözümsüzlüğünün de iktidar partisine ait olduğu gösteriyor bize. Yani düşünün ki bir Başbakan alay ediyor “Bunlar asla açlık grevi değil, içlerinde bir kişi var açlık grevi, diğerleri yemek yiyorlar.” falan diyor. Yani bir iktidardan beklenen ilk önce vicdan sahibi olmasıdır. Yani, bu tür insan hayatını içeren konularda “Acaba ben ne yaparım, nasıl ikna ederim de bu uygulamadan bu insanları vazgeçiririm.” olmalı idi. Oysa bunu yapmamıştır, tam tersine insanların taleplerini alaya alarak, gayriciddi bir tavır sergileyerek, âdeta kışkırtıcı bir tavır içinde olmuştur.
Yani, şimdi, tabii, bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu! Şimdi de anadilde savunma hakkıyla ilişkili bir madde getirilmek isteniyor. Peki, yani, bu başından beri zaten talep edilen meseleydi. Başından beri siz zaten bu KCK davasını bu şekle getirerek… Yani bu çelişkili politikalarla, bu siyasi talebi gündeme bizzat sizin uygulamanız getirmişti. E şimdi, bir de böyle bir öneriyle, galiba böyle bir hazırlıkla geliyorsunuz. Gerçekten bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu! Yani, birtakım yapılabilir şeyleri de şimdiye kadar yapmadınız. Yani, İmralı’yla ilgili bir talep mi var, tecrit mi var, görüşme ambargosu mu var? E bunu çözebilirdiniz, daha ilk günden çözebilirdiniz. Varsa böyle bir şey, bunu yapmıyorsunuz.
Değerli arkadaşlarım, insan yaşamına karşı duyarsızlık, bir iktidarın yapabileceği en son şeydir. Bir iktidar içerde olanların, cezaevinde olanların hayatından da sorumludur, öncelikle sorumludur. Bunu yapmayıp da, bunu yapmayıp da son güne kadar çözüm aramayıp da bu insanları bekli de ölmeseler bile sakat kalacakları bir sürece mahkûm etmek, bir iktidarın görevini yapmadığının en önemli kanıtlarından biridir.
Değerli arkadaşlarım, şimdiye kadar Kürt sorununda iktidar tutarsız, samimiyetsiz ve fırsatçı politikalarla sorunu daha da işin içinden çıkılmaz bir hâle getirmiştir. 2009 seçimlerinde, -yerel seçimlerinde-, 2010 referandumunda ve 2011 genel seçimlerinde âdeta bir ateşkes -âdeta değil bir ateşkes- örtük bir ateşkes PKK ile sağlayarak, bunu aslında kendi seçim başarısı, kendi seçim fırsatçılığı için bir araç olarak kullanan bir iktidarın çözümün bir parçası olması beklenemez. Demokratik açılım adını verdiği bir projenin içini dolduramazken, bundan ana muhalefet partisine bile söz etmezken; orada Oslo’da görüşmeler yapıp bize bahsetmediği projelerini silah bırakmayanlarla görüşen ve bunu dahi Habur’da yüzüne gözüne bulaştıran bir iktidar çözümün parçası olamaz. “Çözümün yeri Türkiye Büyük Millet Meclisidir.” talebimiz bu koşullarda daha da önem, haklılık ve anlam kazanmaktadır.
AKP’nin ilkesiz siyaseti Türkiye’yi daha fazla terör batağına itmiştir. Bir süredir Suriye’ye yönelik saldırgan politika hem Kürt sorununun uluslararasılaşmasına zemin hazırlamıştır hem de sınır aşırı terörün hedefi olması için yeni bir eşiğe getirmiştir Türkiye’yi.
Bugün Türkiye’de -bakın, 6 Kasım YÖK’ün kuruluş tarihidir- üniversitelerde, bu arada Ege Üniversitesinde öğrenciler YÖK’ü protesto ediyorlar. Sizin de YÖK’ü değiştirmek üzere bir tasarınız var ya, onlar da YÖK’ü protesto ediyorlar. Ne yaptı iktidarınız? İktidarınız üniversite kampüslerine girdiler, yüzlerce öğrenciye gene biber gazını layık gördüler, gene onları gözaltına aldılar. Değerli arkadaşlarım, bu nasıl bir demokrasi anlayışı? Bırakın çocuklarımız, bırakın sizin çocuklarınız, bizim çocuklarımız özgürce ifade edebilsinler kendilerini. Nedir bu korku? Nedir bu tahammülsüzlük? Eğer siz bunları çözüm yoluna sokmak istiyorsanız yapacağınız ilk şey, insan hak ve özgürlüklerine saygılı olmayı öğrenmektir. İnsan hak ve özgürlüklerine saygılı olmayı öğrenen bir iktidar -ki bu bir öğrenme sürecidir ama bunu on yıldır öğrenemeyen nasıl öğrenecek gibi bir sorunla karşı karşıyayız- bu insan hak ve özgürlüklerine saygılı olmayı öğrenen, AB ilerleme raporlarında olduğundan daha fazlasını yaparak öğrenen bir iktidar, ancak Türkiye’nin önünü demokratik hak ve özgürlük açısından açabilen bir iktidardır. AKP İktidarı, ne yazık ki şimdiye kadar bu açıdan sınıfta kalmıştır. Türkiye’de AKP döneminde yüzlerce öğrenci tutuklanmıştır, yüzlerce insan cezaevlerine girmiştir, gazeteciler tutukludur ve son olarak da gördüğünüz gibi açlık grevleriyle Türkiye’nin cezaevleri yeni bir dramın eşiğine gelmiştir. Bu nedenle BDP’nin sunduğu önergenin lehinde konuştum, lehinde olduğumu söylemek istiyorum.
Teşekkür ederim. (CHP ve BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

 

Daha Fazla Göster

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu